Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Salı, Kasım 29, 2011

Yaşasın Noël Panayırııı

Işte kış mevsiminin en sevimli zamanlari geldi, Noël şenlikleri basladi; sokaklar ışıl ışıl, cıvıl cıvıl... tam sevdigimden. Gectigimiz cumartesi  kurs bitip Christine gittikten sonra tıkalı burnum ve acıyan bogazımla hasta hasta  evde otururken Ozanin  yuruyuşe cikalim  israrlarina dayanamayarak! sımsıkı sarınıp hemen kendimi kapida buldum.  Onu  Champs Elysées'deki Noel Panayirina  goturdum. Uzaktan gorup keşfetmeyi kafama koymustum. Meger ne kadar buyuk ne kadar renkliymiş. Muthiş kalabalikti. Yok yoktu; yiyecekler icecekler, hediyelikler cocuklar icin oyun alanlari...

                                                             'Gaufre', waffle'in fransiz hali

Sicak şarabi hic eksik etmedik elimizden, sogukta en iyi giden galiba o, her uc standdan biri de satiyor zaten. Ilk defa sicak 'beyaz' sarap denedim, biraz daha tatli, gayet guzel.  Bardak olculerine dikkat:))

Ozan ve istridye

Yedik ictik uşuduk,   Ufoyla isindik:)

Tartiflette denen bu bulamac benzeri şey de tavuk ya da balikli kremali patates oluyor. Fena sayilmaz.



Içlerinde en favorim ustteki ateşteki somondu. Tok olmamiza ragmen dayanamayip yedik. Tekrar gitme sebebim şu anda.  C'est délicieuse!


                                           Şurada cocuk olup kaymak vardi simdi


Soguk ve ruhsuz metalin sicak ve sevimli yuzu, tuvalet kagitliklari yaratici...


Kokusuna vuruldugum  'Gunesli Noel' cayimi da şifa niyetine alarak sıcacık evimize donduk. Cayin kokusu gibi tadini da cok begendim. Ananas, limon, hindistan cevizi, zencefil, elma parcaciklari var. Zaten boyle dogal meyve caylarini cok severim.  Ama iyilesiyorum derken hastaligim tavan yapti. Bu satirlari tikali burnum, bugulu gozlerim ve uguldayan kafamla yaziyorum.:)

Pazar, Kasım 27, 2011

Nerede ne yesek?

Her ne kadar fransız mutfağı büyük ölçüde bana hitap etmiyor olsa da  artık çok da dert etmiyorum, Yemek hayatımın hatırı sayılır parçası, farklı ülke mutfaklarını denemeye devam ediyoruz.
Nerede ne var
Öncelikle şehrin en iyi mojitosunu yaptıklarını iddia eden ve gerçekten denemeye değer bulduğum Le Pixel Pont neuf köprüsünün hemen dibinde.

Christine'in önerisi ve tavsiyesiyle, birlikte gidip güzel bir akşam geçirdiğimiz  West Country Girl krepçisi şimdiye kadar yediğim en güzel kreplerin yapıldığı yer. Gündüzleri açık değil akşam 19:30 gibi açılıyor ve oldukça gizli saklı bir köşede konumlanmış durumda ama çok sıcak bir ortam. Ana yemek olarak peynirli jambonlu vb. olanlari tercih ediliyor, bunlara  "galettes" deniyor. Tatlı olarak nutellali, elmali, recelli, sekerli kreplerden yeniyor genelde, ben elmaliyi cok begenmistim. Bir de yanında cidre brut (elmalı şarap sek) ohh mis.

Istridye, tercih edilen bir deniz ürünü, buzların içinde karides midyeyle falan geliyor. Bir türlü cesaret edemiyordum geçenlerde denedim bol limon sıkıp hüplettim çok mu açtım nedir çok beğendim. (not:  denizden ne çıksa yiyenlerdenim:)

Bu tur deniz urunleri restoranda yenebildigi gibi ayak ustu midye dolma gibi de atistirilabiliyor.
Isrtidyelerin taze (canli) olmasi onemli, bunu anlamak icin de uzerine limon sıktıgınızda geri cekilme refleksi gostermesi gerekiyor. Aksi halde zehirleme riski var, ama korkmayin deneyin bence:)

                                               Yaninda sirkeli sogan, tereyag, limon, ekmek

Genel olarak ördek yemeğini seviyorum,ama iyi pişmiş olursa! etle tavuk arası bir yere koydum tadını . Bazi restoranlarda ingilizce menu bulunmuyor, menude yazan turuyle soylemem gerekirse 'Magret de Canard' ordek gogus;  'Confit de Canard' ise ordek but, benim tercihim Confit de Canard genelde.

Geçenlerde Au Randez Vous de La Marine adlı restaurantta yediğim Couquilles Saint Jacques (deniz tarağı) a la provençale dan da oldukça memnun kaldım. (hemen marketten dondurulmuşunu aldım evde de denemek için ) baya favorim oldu bu aralar hatta, pek seviyorum.

Paris 19.bölgede L'Atlantide adlı Tunus restoranı da gayet başarılı, kuskus yanında sebze sosu ve koyun etinin güzel bir yeri şimdi bile ağzımı sulandırdı. Yemeğin adı Mechoui idi.

Arada sırada türk restoranlarını da deniyoruz bunların içinde en sevdiğim Cardinal Lemoine metro durağının yakınındaki La Voie Lactée idi. Meze ve salataların  bulunduğu  büfe  gayet başarılıydı, yanında imam bayıldı ve rakı . Daha ne olsun...
Falafel de populer bir yemek özellikle vejeteryanlar arasında. Küçük yuvarlak  pidenin arasında türlü çeşit sebzelerin konulduğu fazlasıyla esanslı (sarımsak-soğan) kabak mücverin ana parçası olduğu değişik bir yahudi yemeği. Uzun kuyrukları görünce insanın beklentisi tavan yapıyor ama sıradan bir yiyecek bana göre.
                           
Bu arada Marais bolgesinde  yahudi  mahallesinde  Traiteur Boulangerie adlı mekanda harika incirli kurabiyeler var ve de patatesli ekmek. Pastıramili sandviçler de lezzetli ve doyurucu, tam öğlen atıştırmalık.


Belçika restoran zinciri Leon pek çok şubesiyle Paris'i kuşatmış durumda. Provençale usulu tencerede  midyeler güzel ama çok yemek bayıyor. Bana kalırsa midye dolmanın yerini asla tutamaz. Tabi seçilen sostaki midyeye  uygun bira çeşidi de menüde  yazıyor. Yanında olmazsa olmazı da patates kızartması

Soslar dibinde kalmış oldugundan  kaşıkla önce bir karıştırmak lazım. Bir midyeyi yedikten sonra  kabuklarını çatal yapıp diğer midyeleri kafesliyorsun.!

1.bölgedeki  Sainte Anne sokağı japon restoranların bulunduğu sokakmış. Yine Christine önerdi, pek japon yemeği sevmesek de deneyelim dedik.

Restoran Higuma'da gözümüzün önünde hazırlanan yemekler gayet başarılıydı. O sokağı kaydettik başka restoranlar da deneyeciğiz. Müşteriler genelde japon, bu da restoranın başarılı olduğun kanıtı bence:)

Son keşiflerimizden birisi de  hint okyanusu mutfağı. 6. bölgede Vavin metro durağının yakınında bulunan La Charette Créole restoranında Mauritius, Reunion, Madagascar, Mayotte adalarının spesyalleri yapılıyor. Ortam oldukça kalabalık, gürültülü ve havasız olsa da yemekler gayet başarılı. Ben reunion balığını tercih ettim, balığın turunu bangladeşli arkadaştan öğrenemedim ama tadinin çok güzel  olduğunu soyleyebilirim. Ozan da tam olarak madagascar mutfağına özgü olan Ramazova yedi. Et ve çok farklı bir ot vardı içinde nane gibi ama daha farklı.Yemek öncesi küçük kaplarda gelen mezeler de oldukça farklıydı, alışık olmadığımız tatlar, mezeler başarılı olmasa da  yemekleri sevdik. Tatlı da isteyecektik ama o kadar bekledik, kalabalık  gürültü ve sıkışıklıktan o kadar bunaldık ki vazgeçip kalktık. Abartısız 2 saat boyunca tek bir yemek yiyebildik. Çılgınca şarkı söyleyip dans eden garson kız hesabı isteyince siz çok beklediniz ve çok kibarsınız diyerek bize 2 incirli shut getirdi.

Bir de lübnan restoranı Fakhr El Dine var. Bize çok hitab etti. Bizim rakı olmuş  arak. Türk mezelerine benzer tatlar, garsonun tavsiyesiyle iki kişilik meze tabağı istedik. 5 çeşit mezeyi bitiremedik bile, hem hafif, hem lezzetli, hem doyurucu, azcık da pahalı bir yer.
Richelieu Drouot durağının hemen yanındaki  Hard Rock Cafe de güzel ama, amerika insanı porsiyonundaki yemekleriyle tek tabakla 3 kişiyi doyuracak türden. Ceyreğini bile yiyemedim nachosların. Yemekteki kaşar beni biraz bayıyor, ağır geliyor galiba ondan, yoksa jalepano biberleri harika yakışmış.. Ozan bir combo tabağı söyledi, görsellik mükemmel ama lezzet sınıfta kaldı. Kanatları tatlı soslamışlar, hiç olur mu? Neyse fajitas, salatalar falan muhtemelen daha insani ölçülerde ve denemeye değer.

Gecen gun kurstan arkadaslarla gidip kesfettigimiz Bastille metro duraginin yakinindaki Chez Paul de lezzetli fransiz yemeklerinin bulundugu bir restoran. Ozellikle asagidaki tatliya bayildim. Adi galiba Macarons avec myrtilles aux fruits rouges gibi birseydi.

Kesfetmeye devam...
Bon Appétit!

Cuma, Kasım 25, 2011

Terezin Toplama Kampı

Amsterdam'da gördüğüm Anne Frank'in evinden sonra yahudi soykırımı konularını epeyce araştırıp "Hayat Güzeldir" filmini tekrar izlemiştim, işte tam da bunun üstüne Terezin Kampı gezisi olunca hiç düşünmeden yollara düştük.
Pek sevimli bir yer olmadigi kesin, yazarken bile enerjimi dusuruyor, bu yuzden uzun surdu bu yaziyi duzenleyip paylasmam.
Terezin'de bulunan 65 hektarlik alan uzerine kurulan büyük kale ve küçük kale eskiden Pruslara karşı yapilmis. Daha sonra büyük kale garnizon, küçük kale ise hapishane olmuş. 1941 de buyuk kale gettoya dönüşmüş.
Bu kamp  en son yapılan kampmış. diğer kamplara göre otel konforunda oldugu soyleniyor.



¨Arbeit Macht Frei¨ Calismak Ozgurlestirir yazisi insanlari calisma konusunda iyi motive ettiklerini gosteriyor. Herkes günde 15 saat çalıştiriliyormus. Iyi ve siki calisirsa evine donebilecegine inanmak istiyordur heralde insan o sartlarda.

Herşey filmlerdeki gibi, duş odasi, tahta, tozlu, balik istifi ranzalar... Ranzalarin karsisinda girişte verilen yemek kasigi, corba kasesi, sabun gibi hayati onem taşiyan kişisel eşyalarini koymak icin acik raflar var.
Duşlar

Mahkumlar duştayken, malum cizgili calişma kiyafetleri de bu kazanlarda dezenfekte edilir daha sonra yaz kiş farketmeksizin islak islak giydirilirmiş...

Kamptan bir kişi kacmayi başarmiş. Ust resimde duvar kenarindaki  taşlar kacma olayidan sonra tekrarlanmamasi icin kirilmiş.
Olüm kampı değil toplama kampı, sadece ölüleri yakmak için 4 adet fırın var içeride. Günde 182 kişi yakma kapasiteli 4 fırın... toplam 30 bin kişi yakılmış. Söylerken ne kolay, insanın inanası gelmiyor, gözüyle görse bile!
Kampin icindeki muzede zayifliktan kemikleri sayilan insanlar, dişkilar icerisinde ölulerin fotograflari ve marifetli kadinlarin yaptigi elişi oyuncaklar, cantalar, sus eşyalari sergileniyor ve insanin ici bir kez daha parcalaniyor.
Kampin sorumlusu komutan Heinrich Jöckel'in 1946 yilinda savas sonrasi  idam edilisinin fotografi da bu muzede sergileniyor.
Bahçesinde 10 bin kişilik anıt mezar var. Coğunun ismi bilinmiyor, çünkü kampa girdiği andan itibaren kaydı alınıyor ve numara veriliyor. O andan itibaren insanlıktan çıkıyor numaradan ibaret oluyor.
Kampa 156 bin kişi gelmiş, 118bini ölmüş. Burasi yogun sirkulasyonun oldugu geciş kampi gibiymiş. Calişma performansi düşenler, cocuklar, yaşlilar ya da  hastalananlar   Auschwitz kampina gonderiliyormuş; yeni gelen esirlere yer acmak icin olüme gonderiliyorlar kisaca.
                                                                    Yahudilerin bulundugu mezarlik
Mezarlar sembolik, olüler zamanla o kadar cok oluyor ki yakilarak yok ediliyor külleri savruluyor
 Yahudi geleneginde mezari ziyaret edenler taş birakiyormuş cicek yerine...

Gezi boyunca bu soguk taş yapilarda yapilan iskenceler cekilen izdiraplar anlatildikca ve fotograflarla sergilendikce insanin icine bir hüzün coküyor, surati asiliyor.
Sadece yahudiler değil, çekoslavakyalı enteller, komünistler, yazar ve düşünürler de hapse gönderilmiş. Slav ırkını da yok etmek hedeflenmiş. Hristiyanlarin bulundugu mezarlik ustte.

Savaş sirasinda ve oncesinde cesitli ülkelere kacan yahudileri bu kampa cekmek icin bir de propoganda cdsi hazirlamişlar. Kamptaki yahudiler, yakinlarina kampta ne kadar guzel vakit gecirdiklerini; buranin kendilerine  hediye edilen muthiş bir eglence kasabasi oldugunu anlatan mektuplar yazmak zorunda birakilmislar. Böylece   daha fazla yahudiyi kampa gelmeye teşvik etmek amaclanmis. Gezimizin sonunda adeta bir tatil kampi havasinda gösterilen kamp videosunu da izledik. Yaslilar konser dinletisinde, bayanlar gule oynaya elisi yapiyor, gencler futbol maci yapiyor, bahceye sebze meyve ekiliyor, herkes mutlu herkes halinden memnun. Naziler herşeyi  öyle planli öyle duzenli yapmişlar ki butun dunyayi uzun bir sure  uyutmuslar.
Iskence, keder, kasvet sehrin üzerine sinmis , yine de kücük kasaba Terezin'de hayat devam ediyor.
Döndügümde Schindlerin listesini de izledim ve bu konuya uzunca bir ara vermeye karar verdim.

Cuma, Kasım 18, 2011

Huzur, Keyif, Şifa: Karlovy Vary


Prag'ın batısına doğru 2 saati biraz aşan bir yolculukla Karlovy Vary'ye ulaştık. Otobüste rehberimiz; kristalleriyle ve porselenleriyle ünlü olduğunu, Atatürk'ün de 1918 yılında buraya gelip kaldığını, mineralli şifalı suları olduğunu soyledi. Karaciğer, safra taşı, mide  problemi olanların gelip burada doktor kontrolünde şifalı sulardan içerek kaplıcalarda şifa bulduğundan bahsetti. Zayıflamak isteyenler de tercih ediyormuş, son zamanlarda şeker hastalığına da iyi geldiği kanıtlanmış.



Turkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve Buyuk Devlet Adami Kemal Ataturk, temmuz 1918'de burada kalmistir. Carlsbad Otel.

                                                             Goethe burada kalmis.


                                                                Mozart da burada

Ataturk gibi pek cok unlu isim Goethe, Mozart, 1.Petro (Nam'i Diger Deli Petro), Puşkin civardaki otellerde konaklamiş.


1370 yılında  Kral 4. Charles buraya ava gittiğinde köpeği sıcak suya düşerek ölmüş.  Bunun araştırılmasını emretmiş ve şifalı sular boyle keşfedilmiş. Karlovy Vary adi da Charles'in kaynaklari anlamina geliyormus, sehir boyle olusmus.Yukaridaki tablo da kopegin suya dusmesini  resmediyor.  Hemen onunde de su kaynagi var, su  64°. Genelde sular sicak; 72-50-30 derece . Sıcak olduğundan rahat içilebilmesi için ilginç bir bardak tasarımı ortaya çıkmış. Her yerde bunlardan satılıyor. Tutacak bolumunde ince borudan su geciyor boylece elimiz yanmadan azar azar icebiliyoruz. Ama suyun tek sikintisi sicakligi degil, içmek cesaret istiyor cunku tadı paslı demir  gibi. Zaten resimlerde de pas gorunuyor. Sişe şişe icerim diye heveslenmistim otobuste ama bir kac yudum zor dayandim.

                                                 
Sehirde 12 adet kaynak 7 adet sağlık merkezi bulunuyormus. Sifalı su otellerde yok, merkezlerde varmış. Evden  cok otel var sehirde, rehberimiz demek ki talep oluyor ki hala otel acilmaya devam ediyor dedi.


Kolonada denilen yuruyus yollari saglikli yasam kürünün bir parcasi. Kocaman yapilar, icinde sifali sular cevresinde yuruyus yollari... Saglik amacli gelindiyse doktor kontrolunde yemekten sonra gunde 3 defa 2'ser bardak su icerek yuruyus yollarinda yurumak tavsiye ediliyormus.
Vanilyali, limonlu, cikolatali, tarcinli (favorim), findikli kagit helvalari meshur. Isitip veriyorlar, sicak halini ben sevdim ama soguk hali hos degil. Kutuyla almaya gerek yokmus.

Grand Hotel Pupp sehrin en eski ve en gorkemli oteli. Gelen butun soylular burada agirlaniyormus. Hatta Ataturk burada kalmak yarine baska bir otelde kalmasindan rahatsizlik duymus ve itiraz etmis. Bir sey degismeyince odasina bazi ek talepler istemis calisma masasi vs gibi... Savas sonrasi oldugundan yemek sikintisi da yasandigi icin  yemek yemege  Pupp Otele gelmis. Otelin bir de pastanesi var, gezimiz bitince bulusma saatine kadar burada oturup hos atmosferin keyfini cikardik. Ozan'in yedigi ustteki pasta şik goruntusune ragmen bayat ve agirdi. Bense asagidaki ' after eight cafe' secimimden oldukca memnun kaldim.

Tam bir kaplica sehri ; çok huzurlu, havası mis gibi,  yuruyus icin cok uygun, doganin tam ortasi.  Kisin biraz sessiz ama nehirde rafting yapiliyormus yazin. Ileriki yaslarda tekrar gelip kaplica keyfi yapmak istiyor insan.

Çarşamba, Kasım 16, 2011

Masal Şehir Prag


Prag güzel diye duyuyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Resmen bayıldım, buyulendim. Bayram tatiline denk gelen gezimizi müthiş bir organizasyon başarısıyla  ablamlarla kesiştirdik ve buluştuk. Şansımıza hava da çok güzeldi. Onların tur şirketinin düzenlediği extra turlara katıldık. Dolu dolu bir gezi oldu. Tabi rehberli geziler olunca hele de çok tatlı bir rehberle gezince gördüklerimiz daha bir anlam kazandı, söyleyecek söz de arttı, tadından yenmedi. Karlovy Vary ve Terezin kampı gezilerine turla birlikte gittik. Ortaçağ gecesi ve Dresden turu ise zamansızlıktan  katılamadığımız, içimizde kalan turlardı.
İlk akşam ablamlarla buluşur buluşmaz rehberin önerisi olan merkezdeki Celnice Kolkovna adlı  restoranda gulaş çorbası ve gulaş yemeğini denedik. Çok başarılıydı, çorbayı Paris'te denemiştim ilk kez ve beğenmemiştim pek  ama oradaki çok  güzeldi.


   Bol baharatli, etli patatesli bir corba, sicacik mmm

Goulash bir et yemegi, siyahliklar arasinda kaybolmus, baharatli sosu da guzel. Ekmek ici ve sebze mucverle suslenmisti.
Siyah Çek birasını çok sevdim, hem biraz daha hafif hem de karamel aromalı. Bir de Moravia bölgesinin şarabı ünlüymüş, onu da denedik, gayet güzeldi.
Vltava nehri, Charles köprüsü (karl,şarl,çarl her neyse ), kukla dükkanları, saat kulesi, St.Vitus katedrali ve kalesiyle Prag çok şirindi. Fotograflari eleyemiyorum hepsini koyacagim neredeyse:) 

 Charles Koprusunden goruntuler...
Prag kalesi icinde yer alan  St.Vitus Katedrali, bu kadari da fazla dedirtti:) Icerisinde pek cok Bohem Krali ve Kutsal Roma Imparatorlarinin mezarlari bulunan katedral muthis bir gotik mimari ornegi.

 Meydandaki astronomik saat. Hikayesini suradan okuyabilirsiniz.


Marionnettes...Bu kuklacida 1 saat gecirdik. En sonunda ortalama bir pinokyo alabildik. Burada gorunenlerin fiyatlari 2-3 milyara kadar cikiyor. Animasyon bolumu mezunu sanatcilar yapiyormus. Gercekten emekleri saygiyi hakediyor. Hepsinde aklim kaldi.
Son gun Charles koprusunun cikisindaki Podvezi Restorani'nda bir gulas corbasi daha yedik, biz gittigimizde yoktu ama ekmegin icinde servis ediliyormus normalde, ilk gun yedigimiz gibi olmasa da guzeldi. 
Her akşam (en azından orada olduğumuz 3 akşam) 'Eski Sehir' meydaninda festivalmişçesine, satıcılar vardı. Grill peynirler, kazanda patates, domuz çevirme, sıcak şarap, kızartmalar, tatlılar, danteller satıyorlardı.
Adini bilmedigim bu hamurisi tatlinin tadina bayildim. Sicacik ve citir citir.


                                                         Sicak sarap standi

Tam ortacag konsepti, cok guzel hareketler  bence.

                                                                   Domuz cevirme

Rehberden Bilgiler
İnsanlar için su neyse Pragtakiler için de bira o diye bir şey okudum.
45 büyük bira fabrikası varmış, en büyüğü de 1887'de kurulan Pilsen'miş.
Kişi başına düşen bira tüketimi yılda 160 litreymiş.
Mantar yaygın olarak yetişir, çok yenir, sevilir, kurutulur, dondurulurmuş.
%40 ateist, %40 hristiyan %20 de diğer inançlar benimsenmiş.
23 mahalleden oluşuyor, en merkezi ve popüler olanı ¨Prag 1¨ Unesco korumasındaymış.
Vltava nehrinin uzunluğu 460km imiş.
Prag nüfusu 1milyon 250 binmiş.
Savas sirasinda Hitler bile sehre kiyamayip bombalamamış.
3 Bolgeden olusuyormus. Bohemia, Moravia ve Slezia.
Sehirde toplam 18 kopru varmis.
Gecmiste birkac buyuk sel felaketi yasamis.

Bayram tatili sebebiyle butun turkler Prag'a akin etmis. Yerli goremedik neredeyse:) Her kosede rehberli turist grubu, her dukkanda turk turist vardi. Hediyelikciler turkce konusuyor, hele son gun dukkanlardan turkce sarkilar duyuluyordu. Turkler gercekten agzinin tadini her zaman iyi biliyor.:)

                                      
Yorucu ama keyifli bir geziydi. Tadı damağımda kaldı, Prag'dan ayrılmak çok zor geldi, gelirken  meşhur Çek likörü Becherovka'mızı da almadan gelmedik.
Yazımın sonunda Nazım Hikmet'in Pragla ilgili şiirini paylaşmak istiyorum, sık sık  gittiği cafe olan Slavia cafeye gidip kahve içememiş olsam da...
"Prag'da üç leylek lokantasında buluşurduk
şimdi bir yol kıyısında,gözlerim kapalı duruyorum
sen bir ölüm boyu benden uzak
belki Prag'da üç leylek lokantası yok
ben uyduruyorum
Prag'da üç leylek lokantasında buluşurduk
söylerdim içimden senin yüzüne bakarak"

Cuma, Kasım 11, 2011

Luxembourg

Küçücük bir ülke, Eskişehir şehir merkezi kadar neredeyse. Fazla bir iddiası yok, gayet sıradan. Görülmesi gerekenler yürüme mesafesinde. Toussant (bütün azizleri anma) tatili nedeniyle restoranlar, mağazalar, heryer kapalı şehir çok sessizdi, bir kaç turist otobüsü dışında kimsecikler yoktu sokaklarda.. . 

Şehrin en büyük kilisesi Notre Dame'da da ayin yapılıyordu bütün azizler için.

 Petrus Vadisi’nin üzerindeki Adolphe Köprüsü kentin simgesi sayılıyor. 

                                Bol yeşillik, bolca ağaç ve  bol çeşit sonbahar rengi

Otelden aldığımız haritadan bakarak Üç kulelerin olduğu bölgeye gittik. Tarihsel geçmişini bilemeyeceğim, manzarayı seyredip geldik.:)




Her yer öylesine kapalıydı ki yemek bulamadık pasta yedik! Pastalar gayet taze ve güzeldi ama dilim büyüktü, aç gözlülüğümüzden iki tane istedik, içimizi baydı. Giderseniz sıcak çikolata için, çok güzel görünüyordu  biz  farkettiğimizde iş işten geçmişti.


Yolumuzu biraz uzatsa da ve fazla turistik olmasa da  iyi ki gitmişiz  bir ülke Luxembourg.