Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Perşembe, Mayıs 10, 2012

Alsas-Strasbourg

1 mayıs tatilini fırsat bilip   Alsace bölgesinin baş şehri Strasbourg ve şirin Alman şehri Heidelberg'e gidelim dedik. Alsace-Lorraine, Almanya ve Fransa arasında bir kaç kez gidip gelmeler sonucu 2. dünya savaşı sonunda Fransa'ya geri verilerek  fransız yönetiminde kalan bir bolge.  Almanya sınırında bulunan Strasbourg hem Alman hem Fransız kültürünün  özelliklerini taşıyor.
Strasbourg denilince gözümün önüne, politika okunan, politika yapılan, konuşulan, sıkıcı bir şehir geliyordu. Meğer ne kadar yanılmışım! ne çok şey kaybedermişim gitmezsem. Tamam Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Parlamentosu, Uluslararası İnsan Hakları Enstitüsünün burada bulunuyor ama sıkıcılıktan uzak, ne sevimli, ne estetik bi yermiş.

Petite France (Kucuk Fransa)

Strasbourg kent olarak 1988’den bu yana UNESCO’nun “dünya mirasları” listesinde bulunuyormuş.
Fransızların dünyaca ünlü milli marşı olan “La Marseillaise” 1792 yılında Rouget de Lisle tarafından Strasbourg’ta bestelenmiş.

Alsas Şarap Yolu
Beyaz şaraplarıyla ünlü Alsace bölgesinde yol boyunca şarap bağlarını görmek mümkün.  En popüler şaraplar Riesling ve Gewurztraminer.

Otelimiz Barr kasabasındaydı, yarım saat uzaklıkta Strasbourga.

Öğlen 3 buçuk gibi otele geldik restoranlar öğle servisini bitirmiş, akşama açılmak üzere kapanmıştı.  Bu durum gerçekten sinir bozucu olmaya başladı artık. 2 buçuk saat aç bilaç dolaştık, 6 da açılan pizzacı Enzo'dan pizzalarımızı ve şarabımızı alıp bir bankta kıtlıktan çıkmış gibi yedik.

Bu arada 2 düğün vardı Barr'da o gün, bir tanesi de Türk düğünüydü. Türk bayraklı arabaların konvoyu bizi ülkemizde hissettirdi, ilginçti.


Colmar

Strasbourg'a çok yakın, bizim kaldığımız Barr'a yarım saat uzaklıktakı şehir Colmar'a da uğradık.  Önerenler haklıymış, capcanlı bir şehir.

Alsas Müzesi
Eski alsas evleri, kostümler, mobilyalar, yaşayış ve hayat düzenine dair herşeyin sergilendiği bu müze çok ilgi çekici geldi bana. Farklı yaşam tarzları hele de eski yaşamlar hep ilgimi çeker zaten. Içinde sergilenenler kadar binanın kendisi ve avluları da çok otantik.




Bölgenin tarihine dair ipuçları var müzede. Eski ahşap ev ve avluların içine oturma odaları, kıyafetler, oyuncaklar, sandalyeler, maskeler, eczane bölümleri konmuş. 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadarki değişim görülüyor.
Aslında 1 günlük tüm müzelere giriş bileti aldık ve ikinci görmek istedeğim müze de çağdaş sanatlar müzesiydi. Güzel havanın verdiği gevşeklikten sokaklarda dolaştık ve  tam kapanmasına yakın,  15 dakika yürüyüş sonucu müzeye geldiğimizde gördük ki 5 dakika önce elimde olan biletler yok! Nereye gitti, attım mı düştü mü, noldu anlayamadım ama kapanmasına yarım saat olan müzeye girmekten vazgeçtik, geri döndük.


Heybetli, gosterisli Notre-Dame Katedrali gotik mimarinin en guzel eserlerinden biri olarak kabul ediliyormus. 1015'te başlayan yapımı 1439'da tamamlanmış. Dünya'nın en yüksek altıncı kilisesi imis. Victor Hugo bu katedrali "dev ve narin harika" olarak betimlemiş. Gercekten inanilmaz bir yapi.

.

Kammerzell Evi, şehrin en eski evi.(Arkamizda) Burada öğle yemeğinde Alsas bölgesine özgü choucrute (şukrut)yedik. Sıcak lahana turşusu ve genelde sosis ve şarküteriyle beraber patatesle yapılan bir tür yemek olan şukrut, şef Guy-Pierre Baumann tarafından 3 balık çeşidi ile yapilmis ve şubat nisan ayları arası menüde yer alıyormuş. Son gunune denk geldik ve  orijinal bölgesinde balikli  şukrut bulunca tereddütsüz istedik. Cok da beğendik. Epey bekledigimiz icin fotograf cekmeye firsat bulamadan silip supurduk.
Paris'teki yağmura ve soğuğa inat, güneşli pırıl pırıl  bir hava vardı Strasbourga'ta, iyi ki gitmişiz dedirtti bize.

1 yorum: