Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Perşembe, Eylül 01, 2011

Yağmurlu Bir Haftasonunda Lille, Gent, Brugge

Arabamızla ilk "yakın çevre" gezimizi geçtiğimiz haftasonu yaptık. Cumartesi sabahı serin havaya aldırmadan (öğlene nasıl olsa açar sonuçta ağustos bitmedi hala derken fazla iyimsermişim) yollara düştük. Aslında Gent ve Brugge olarak çizmiştik rotamızı ama Lille de yolumuzun üzerinde olunca şehir merkezine kırdık direksiyonu, bi görelim gelmişken dedik. Fransa'nın kuzey şehri Belçika sınırında bulunan Lille, 2004 yılında Avrupa kültür başkenti seçilmiş. Adeta  biraz Belçika katılmış kasabamsı bir Paris. Sokaktaki çalgıcıları, şık sevimli butikleri ve pastaneleriyle güzel bir şehir.


                                Lille Cathedral, the Basilica of Notre Dame de la Treille

Şehir merkezini gezdikten sonra merkezde bulunan Lille katedraline gittik. Gotik tarzdaki bu görkemli kilise Meryem Ana'ya adanmış. 1854 yılında yapımına başlansa da savaşlar ve mali zorluklar nedeniyle 1900 lü yılların sonunda tamamlanabilmiş.
Kiliseyi gezip Gent'e doğru yola devam etmeden önce acıktığımızı farkedip aşağıdaki tartine'lerimizi ( soslu ekmek) yedik .




Gent
Saat 16:00 da yağmurlu ve puslu bir havada Gent'e varır varmaz otelimize giriş yaptık. Ardından ilk durağımız St Bavo katedraliydi. Üstüste o kadar çok katedral gördüm ki bu ara; normalde büyüleyebilecek olan o ihtişamlı gotik ağırlıklı barok yapılar gözümde sıradanlaşmaya başladı.
Kiliseden çıkıp şehri sokak sokak gezerek keşfetmek üzereydik ki, aniden bastıran yağmurla kendimizi bir barda Belçika biralarını denerken bulduk!  Bira seven biri değilim, içtiğimde de   hafif olanlarını tercih ederim . Buradaki düşük alkollü meyveli biralar tam bana göreydi.  Her daim favorim olan limon tabiki Belçika birasına da çok yakışmış ama en beğendiğim frambuazlısıydı.  Yağmur dinip dışarı çıktığımızda saat 18:00'i geçmiş, St. Nicholas Kilisesi ve Gravensteen Kalesi turist girişine çoktan kapanmıştı. Ertesi sabah Brüj'e hareket etmeden buraları gezmeye karar verdik ve şirin sokakları ve kanallarıyla bu ortaçağ şehrini keşfetmeye başladık.

                                                     Arkamdaki Belfry (çan kulesi) 
Akşam olduğunda içeriden çanlarla yapılan müzik sesleri geliyordu. Frank Sinatra'nın My Way'ini çanlardan dinlemek çok ilginçti.


O soğukta birbirlerini nehire atıp (yüzmek için temiz de sayılmazdı) eğlenen gençlere ve kendi montuyla gezerken yanındaki çocuğuna askılı elbise giydiren annelere hayretle bakakaldım.


Sol resimdeki adam; (sonradan heryerde sık gördüğüm)  frambuazlı, içinde akışkan reçel benzeri sos olan  mor renkli şekerlemelerden satıyor ve yan tarafında de hindistancevizli küçük lezzetli kekler var.  Sağ resimde  ise bir sabuncu, kapısının önüne koyduğu reklam tabelasının altına köpek barı yapmış. Gelip geçen köpekler yemek yiyor.


Akşam yemeği için galiba şehrin en kazık restoranını seçmişiz, Georges'ta yediğimiz beyaz şarapta midye ve ıstakoza dünyanın parasını ödeyip şehrin 4-5 km dışındaki Campanile Hotel'e giderken yağmurdan sırılsıklam olmuştuk.

Ertesi sabah saat 10:00 gibi kahvaltı için şehre indiğimizde insanlar kafelerde bira içiyordu.


Paris'te olduğu gibi eski eşyaların, antikaların satıldığı semt pazarı kurulmuş Gent'te de. Yeni yeni açılan tezgahlara biraz bakıp şehir merkezindeki St Nicholas kilisesine girdik. İçerideki pazar ayini bitmek üzereydi, biz de biraz piyano dinledik.

Saint Nicholas Kilisesi

 Buradan ayrılıp  Gravensteen kalesinde zindanları ve işkence aletlerini görüp dehşete düştük.
                                                       Kalenin dıştan görünüşü

Solda 1796-1861 yılları arası kullanılan giyotin ve kesilen kafaların düştüğü hasır poşet!; 1994 yılında yapılıp kalede sergilenmeye başlanmış ama bıçağı orijinalmiş. Sağdaki ise celladın kılıcı: iki tarafı keskin, ucu küt olan bu kılıç ölüm cezasına çarptırılan üst düzey insanların kafasını kesmek için kullanılıyormuş. Giyotin ve kılıçlar modern öldürme yöntemleri sayılıyor, 1400 lü yıllar çok daha ilkel aletlerin kullanıldığı işkence çağı olarak kabul ediliyormuş. Gördüğüm işkence aletlerinin gerçekten kullanıldığını düşünmek tüylerimi ürpertti. Zincirler,damgalar,kırbaçlar baltalar... yaratıcılığı zorlayan pek çok işkence aleti uygulamalı görsellerle zenginleştirilerek sergileniyor. Gidip görülmeli bence.

                                                    Kaleden bir Gent fotoğrafı

Brugge

Yemyeşil çayırlarda otlayan inek manzaralarıyla, Gent'in 45 km kuzey-batısındaki bir başka şirin Belçika şehri Bruj'e saat 13:30'da vardık. Gent'de epey zaman harcadık, burada yağmurun dinip güneşin açtığı yarım saatlik arayı fırsat bilip kanallar arasında bot turu yapmaya karar verdik. Manzara o kadar güzeldi ki bol bol fotoğraf çektim



.
Günümüze kadar çok iyi korunmuş  tipik ortaçağ binaları

Bot turundan sonra hemen kanalların yanındaki cafe bar tarzı hoş mekanda oturup Belçika'nın meşhur  nuggetlarını biralarımız eşliğinde  midemize indirdik .



Bira Çeşitleri aşağıda:

Aroması, tadı, rengi, alkol oranı gibi nitelikleriyle farklılaşan yüzlerce hatta binlerce bira çeşidi olduğu söyleniyor Belçikada.


Gitmek istediğimiz çok yer vardı ama hem vaktimiz dar hem de hava şartları daha fazla şehir turuna izin vermedi. Yağmurdan kaçarken bulup sığındığımız; yemeklerinden de oldukça memnun kaldığımız Vistro de Mosselkelder restoranında ben kremalı balık ve deniz ürünlerimi, Ozan da ıstakozunu yedi.

Bu tarihi ortaçağ şehri 2000 yılında Unesco Dünya Miras listesine dahil edilmiş. Çikolata, dantel ve turizm Bruj'deki en önemli gelir kaynaklarını oluşturuyor. Gitmişken ev yapımı çikolatalardan almazsam olmaz, cevizli, kakaolu, fındıklı fıstıklı çikolatalardan aldım. Bir dahaki gelişimizde bira fabrikasını, Meryem ana kilisesini ve burada bulunan Michelangelo'nun ünlü "Meryem Ana ve İsa" heykelini, Çikolata müzesini ve katedrallerini görmek üzere bu masal şehre şimdilik veda ediyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder