Christine'in Portekiz'de olmasını; bu vesileyle 2 cumartesidir kurs olmamasını fırsat bilerek geçtiğimiz haftasonu da hemen bir plan yaptım. Ünlü Normandiya çıkartmasının da yapıldığı ve hemen komşumuz olan bölgeyi yukarıdan keşetmeye cumadan başladık. Yukarı Normandiya ile ilgili kısa bilgiyi şuradan okuyabilirsiniz. Akşamdan yola çıkıp yemek molasıydı, cuma trafiğiydi derken Gaillon'daki 1,5 hektar bahçe içerisinde konumlanmış huzur dolu otelimize geç vakitte vardık.
Chateau Corneille Hotel
Sabah erkenden kalkıp güzel bir kahvaltı yapıp (geldim geleli yaptığım en iyi kahvaltı buydu) bahçeden böğürtlen topladık.
Buradan Yukarı Normandiya'nın baş şehri olan Rouen'e gitmek üzere yola koyulduk. Şüphesiz Rouen'de görülmesi gereken (görülmemesi de mümkün olmayan) en önemli yer, şehrin merkezinde bulunan Notre Dame Katedrali. 19 nisan 1944'te 2. Dünya Savaşı sırasında bombalanmış .1202 yılında yapımına başlanıp 1880'de tamamlanmış bu gotik katedral gerçekten çok görkemli. Claude Monet de bu katedrali pek çok kez resimlemiş.
19 yaşında yakılarak öldürülen ve şehrin en önemli kutsal ikonu olan Jeanne d'Arc macaron arabasına da adını vermiş.
Jeanne d'Arc Kilisesi iç ve dış görüntüler
Akerdeon sesi eşliğinde Rouen Katedrali, Gros Horloge (astrolojik saat), Jeanne d'Arc Kilisesi , ve pek çok Safranbolu! evini :)) (ahşap evler Rouen'e özgü,buralarda görmeye alışık olmadığımız türden) görüp Place du Vieux-Marche'da yemek molası verdik. En kalabalık kitlenin ve menüde en çok çeşidin bulunduğu, fiyatların da aynı oranda makul göründüğü Chez Juliette'de karar kıldık ama yemek tam anlamıyla felaketti. Sanki dün pişen tavuk butunu ısıtıp kuru üzümlü tatlımsı sosla önüme koydular. Risk almamak için tavuk seçmiştim güya!.
* Normandiya civarında Rouen-Le Havre yolu boyunca elma ağaçları var. Cidre (cider) denilen elma şarabının üretildiği bölgeymiş, elmalı tatlıları da meşhurmuş.
Yemekten sonra şehrin daha da batısında düşmanın denize döküldüğü sahil kasabası olan Étretat'a 16:30 gibi vardık. Bisiklet-motorsiklet grupları, karavanlarla kampa gelenler (ben de yol boyunca gördüğüm karavanlar acaba nereye gidiyor diye merak ediyordum demek adreslerden biri burasıymış.) içimdeki sahil kasabasında "sade yaşam" isteğini uyandırdı.
Vee karşınızda cennet Étretat.
Buranın 20km doğusunda Le Havre'ye 19:30'da vardık. Gizemli kasabalardan sonra burası fazla "şehir"di. Sokakta pek insan olmamasını devam eden tatile ve soğuğa bağlıyorduk ki gittiğimiz 2 krepçide de yer olmadığını söyleyip geri gönderdiler saat 10 a rezervasyon yapabileceklerini söyleyerek. Restoranlar genelde full'dü. Akşam Normandiya kurtuluşunun 1100.yıl (evet 1100) kutlamaları çerçevesinde bir konsere denk geldik. Grubun adı Red Lezards'mış. Güzel parçalardı, rock jazz tarzı müzik yapan bu grubu sevdik, bağrımıza bastık! Sonra gemilerle ışıklı gösteriler falan yapıldı ve gecenin soğuğu ve karanlığında odamıza geldik.
Ertesi gün Chateau Gaillard'ı görmek üzere şirin kasaba Les Andelys'e gittik. Yine ıssız yolların sonunda manzarayı fotoğraflayan turist kalabalığını görmek şaşırtıcıydı. Sanki o yollardan kimse geçmemiş gibiydi. Buranın ardından hemen yakınında bulunan empresyonist ressam Claude Monet'in, içerisi turist dolu olan müzeleştirilmiş evine gittik. Monet hakkında biraz bilgi için de şuradan buyrun. Resimlerinde de gördüğümüz nilüfer çiçekleri ve yeşilli köprüleri olan çiçek dolu yemyeşil bahçe gerçekten hoştu. Bu arada fotoğraf makinamızın şarjı bittiğinden telefonla çektik o caanım bahçeyi. Biraz yazık oldu ama olsun, işte resimler.
Dar patikaların arasından ulaştığımız, kendi halinde ücra bir kasabada, arabandan inip mola vermiş yemek yerken; Fransa'nın bir ucundaki falezlerin tepesindeyken; tam bu kuytu bakir köşeleri keşfeden ilk insanlarmışız gibi gezmenin büyüsüne kapılıp kendimizden geçmişken bizi kendimize getiren bir türk sesi oluyor.
Aman Allahım Türkler her yerde! Geziyorlar, hem de durmadan :)
İlk başta Normandiya'ya bayıldığımı söylemem lazım ben zaten büyük şehirlerin turist kalabalığında kaybolmaktansa küçük şehirleri gezip yörel hayatı görmeyi çok daha fazla seviyorum.
YanıtlaSilMonet'in bahçesinden çok etkilendim, bahçenin fotoğrafını görünce tablolarının ne kadar da muhteşem olduğunu daha da iyi anladım. Kitap okurken yazarı biraz tanımak kitabı daha iyi anlamanıza yardım eder demişti bir uzman. Ressamlar ve eserleri için de aynı şeyin geçerli olduğunu düşündüm yazını okuduktan sonra.. Empresyonizmin doğduğu toprakları gidip bir görmek lazım....
Etretat bana İngiltere'de yaşarken bir türlü gidemediğim Dorseti hatırlattı. http://en.wikipedia.org/wiki/File:Durdle_door_dorset_england_arp.jpg Sence de benzemiyor mu?
Kesinlikle sana katılıyorum, az keşfedilmiş henüz fazla "turistikleşmemiş" yerler beni de daha fazla heyecanlandırıyor.
YanıtlaSilMonet'in evi, eşyaları duvarlarında kendi favorisi olan japon ressamların resimleri onun resimlerini anlamayı kolaylaştırıyor doğru. Gerçi bahçesini senin makinanla çekmek eminim daha etkileyici gösterirdi ama belki seninle İngiltere'deki Dorset'i gezip fotoğraflarız bir gün? İki şehir de Manş denizi kenarında karşılıklı bakıştığından galiba bu kadar benzerlik:)
Miniii bayıldımm bütün resimlere ne şanslı kızsınn sen yaaa seni çok kıskanıyorumm vallaa süperr hepsiii takipteyimm canımm yeni yerler yeni fotolarını bekliyorum..çok öptmm senii
YanıtlaSilAyçacım beğenmene çok sevindim, gezmeyi bu kadar seven biri olarak böyle güzel yerler görebildiğim için ben de şanslı sayıyorum kendimi. Ama içinde bulunduğun durumun tadını çıkarmak asıl önemli olan sen de birçok insanın sahip olmak istediği güzel bir aileye ve dünya tatlısı Eliz'e sahip olduğun için çok şanslısın:))
YanıtlaSil