Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Cuma, Ekim 21, 2011

Villa Savoye

Le Corbusier'in yalnızca işlevi temel alan eseri Villa Savoye, buraya gelmeden aydınlanma çağı dersim için araştırıp analiz ettiğim, modern mimarinin en bilinen örneği. Şansıma ki bu önemli yapı evimize yarım saat uzaklıkta Poissy-sur-Seine banliyösünde yer alıyor; hemen görmeye gittik.




1928-1931 yılları arasında Savoye ailesi için  inşa edilen bu çatısız ev, içeri su alması sebebiyle sahiplerine kabus olsa da mimarlık tarihinde  vazgeçilmez bir yere sahip. Ev başyapıt ama içinde yaşanılamıyor! İronik!
1958-1997 yılları arasında devlet tarafından yenilenip bakımı yapılarak ziyarete açılmış.
Villa Savoye, Le Corbusier’in 1925 yılında ortaya attığı “yeni mimarinin beş ilkesi” olmalıdır sözünü en iyi temsil eden yapısı olarak kabul edilir. Beş ilke, binanın kolonlar üstünde yükselmesi ve zeminden kopması gerektiğini, binanın bir çatı bahçesi olması, serbest plan ve serbest cephe anlayışında ve yatayda uzun pencerelere sahip olması gerektiğini vurgular.

Söylentiye göre banyodan sızan su,  oluşan rutubet ve nem neticesinde çocuklarının akciğerleri iltahaplanmış ileri derecede zatürre olmuş. Çok kısa bir süre oturabilmişler evde.


 Le Corbusier rasyonalizmin ortaya koyduğu saflık, yalınlık, arınmışlık ilkeleri doğrultusunda tasarladığı Villa Savoye'u diktörtgenler prizması şeklinde kutu formununda ele almış. Küp formu yalnızca çatı katındaki güneşlenme yerini çevreleyen silindirik duvarlarla bozuluyor ve statik değişmez kütle, bir ölçüde hareket (dinamizm) kazanıyor.
 
Le corbusier'in mimari tarzı ve  felsefesi için söylenecek çok şey var  ama gezi bloğumda fazla detaya inip dağılmak istemiyorum, burada bulunduğum süre içerisinde diğer önemli yapılarını da görme şansım olur umarım.

Perşembe, Ekim 20, 2011

Paris'te Yemek Kültürü

Fransa'da restoranların doluluğuna ve insanların  yemek masasında saatler geçirdiğine bakarak onlar için yemeğin bir yaşam biçimi olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Gastonomi alanında dünyada önemli yere sahip oldukları da su götürmez bir gerçek. Yemeğe harcadıkları para da yadsınamaz boyutta, saat 22:00 de bile restoranlar dolu insanlar yemek yiyorlar. Genelde restoranlar tüm gün açık olmuyor.Öğle saatinde açılıyor 12:00-14:30 arası , kapanıp  19:30-24:00 arası akşam yemeği için tekrar açılıyor. Hepsi için geçerli değil ama beğenilen ve popüler olan restoranlarda durum böyle. Pazar günü açık olanları pazartesi kapalı, bir gün tatil şartı var galiba. Bazen öğle saatinde oturup kahve içecek yer bulamıyorsunuz, masalar boş ama öğle saati ve sadece yemek servisi yapılıyor.


Burada yemeklerin üzerine yumurta koyma gibi bir özellik var; kreplerde pizzalarda salatalarda yumurta çok yaygın. Pek çok kez  iştahımı kaçırıyor. Tamam alerjim falan yok ama öyle heryerden çıksın da istemem.
Çok acaip şeyler yiyorlar mesela çiğ kıymayı domatesle falan soslayıp Steak Tartare adı altında iştahla yiyorlar, epey de rağbet görüyor.
Bu resmi  internette buldum. Bu nasıl midedir? Bu nasıl yenir? Kurt yapmaz mı?
Domuz bacağı da buraya özgü lezzetlerden biri, bizim kokoreçi Andouillette adıyla  incecik keserek bildiğin çiğ yiyorlar. Iyyyy sonra vay efendim AB standardında birsürü leziz yemeğimize yasak!  Pek öyle hijyen düşündükleri de yok. Çoğu zaman yemekten önce çatal bıçağımı silecek peçete bulamıyorum masada!( evet silerim). Masalar zaten küçücük, 2 tabak anca sığıyor, bardak çanak devirmeden yiyebilirsen iyi. Yemekleri üstünkörü geçmiyorlar, girişte soğuk ya da sıcak mezeler ya da salatalar tercih ediliyor, sonra ana yemek, yemeklere eşlik eden içecek genellikle şarap, son olarak da tatlı, ya tart ya mousse ya creme brulee ya da peynir tabagi istiyorlar, tatlıdan sonra  kahve içmek çok yaygın. Kahve istediğinizde gelen yoğun kıvamlı ve minicik fincanında espresso. Sütlü, sulu gibi istekleri ayrıca belirtmek gerekiyor. Hepsini birden üstelik gecenin 9 unda yiyip nasıl zayıf kalıyorlar bilemeyeceğim ama güzel yemekleri ve nerede bulduğumu da pek yakında yazacağım. Koskoca fransız mutfağını bu iki üç kendini bilmez yemek yüzünden lekeleyemeyiz. Yaşasın yemek yemek!

Çarşamba, Ekim 05, 2011

Versay Sarayı

Ablamlar ve annem buradayken gittik temmuz ayında Versay Sarayı'na, yağmurlu puslu bir gündü.
Kral 13. Lui zamanında  1661'de av köşkü olarak yapılmış, sonra  Kral  14.Lui   av köşkünü bozmadan aynı yere saray yapılmasını emretmiş ve bugünkü ihtişamlı hale gelmiş.


20.000 kişilik kapasitesiyle Avrupanın ilk ve en büyük sarayıymış. Neoklasik ve barok mimari stilini yansıtan bu görkemli saray, RER C metro hattıyla ulaşılabilen şehir merkezine yarım saat uzaklıktaki bir banliyoda bulunuyor. İçinde uzun yıllar tuvalet bulunmadığı ancak Fransız Devriminden sonra krallar ve asiller için 9 adet yaptırıldığı, diğerlerinin de lazımlıkta ya da münasip köşelerde ihtiyaçlarını giderdiği ve saraydan gelen kokunun dillere destan olduğu malumunuz. Hala koktuğu söyleniyor, ben koku duymadım belki ortamın büyüsünden farketmemişimdir. :)


Sarayın içi ahşap oymalar, gümüşler, altınlar çok gösterişliydi , aynalı salonu, Marie Antoinette'in doğum yaptığı odayı falan gördük. Kimbilir kimler ne günler geçirdi orada; ne antlaşmalar imzalandı, ölçüsüz harcamalar yapılıp ne entrikalar döndü, bu koca sarayı kimler doldurdu, Marie Antoinette 'ekmek bulamazlarsa pasta yesinler' sözünü nerede nasıl söyledi (söyledi mi söylemedi mi, aslında ne demek istedi, tartışılıyor hala) gibi düşüncelerle, dönemin kıyafetleriyle dolaşan saray eşrafı  gözümde canlanıverdi hemen. Dönüşte de  Marie Antoinette filmini izledim zaten.



Sarayın bazı bölümleri  kokteyl ve organizasyonlar için  kiralanabiliyormuş.

Sarayın içinden daha güzel olan; kanalları, heykelleri, çiftlikleri, avluları, bahçeleriydi.  O kocaman geometrik şekilli bahçelerin o denli bakımlı oluşu da takdire şayan doğrusu.



Ben Versay'ın o kadar büyük olabileceğini asla tahmin etmiyordum. Marie Antoinette'in  kafasını dinemek için son dönemlerde yaşadığı mini köşk!ünün 2 km ötede olduğunu öğrenince hava da yağmurlu olduğundan araç kiralayalım dedik. Sırada beklerken kullanacak kişide ehliyet olması şartını farkettim.  4 ehliyet sahibi yetişkinin 4'ü de yanına ehliyet almamıştı. (Sanki formula pisti ama yine de kural kuraldır ehliyet alınması tavsiye edilir) Biz de toplu taşıma aracına yöneldik. Bisiklet de kiralanabiliyormuş ama biz görmedik. Epey bir sıra bekledikten sonra trenle önce Marie Antoinette'in dinlenme yeri olan Petit Trianon, sonra da Kral 14. Lui'nin metreslerinden biri için inşa ettirdiği Grand Trianon'u  gezdik.
Marie Antoinette'in saray bahçesi gerçekten gidip görmeye değer. Hansel ve Gretel masalındaki gibi şeker evler vardı. Gerçi çok fazla sefasını sürememiş ama  işte huzurun adresi.

                                          Petit Trianon'daki tiyatro ve opera salonu

 




Sarayla ilgili kitaplar, parfümler çeşitli süs ve ev eşyalarının satıldığı bir butiği koymayı da ihmal etmemişler içine. Hatta Ladurée mağazası bile var.
Bütün bir günümüzü sarayda geçirdik yine de yetiştiremedik. Tekrar gidersek kayıkla gezer, bahçesinde piknik yaparız. Tabi yağmur yağmazsa...